Divan Edebiyatının Özellikleri

13. yüzyıldan sonra Türk toplum hayatında çeşitli zümre ve çevrelerin oluşması, değişik edebî ürünlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Saray, konak, medrese çevrelerinde ve bunlara yakın top­luluklarda okumuşlara özel yeni bir edebiyat doğmaya başlamıştır.

♦ Kaynağını ve örneğini daha çok Arap – Fars (Iran) edebiyatından alan, İslâm kültüründen beslenen, Türk ruhunun özelliklerini aksettiren bu edebiyat 600 yıldan fazla sürmüş, 13. yüzyılda başlayıp 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.

♦ Bu edebiyata, klasik kurallara bağlı olduğu için “Klasik Türk Edebiyatı”, Saray ve çevresine hi­tap ettiği için “Yüksek Zümre Edabiyatı”, şiirler “Divan” adı verilen bir kitapta toplandığı için de “Divan Edebiyatı” adları verilmiştir.

♦ Divan edebiyatında dil, Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımı olan Osmanlıcadır. Dil, oldukça süslü, sa­natlı ve ağır bir dildir. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla doludur.

♦ Şairler Arap ve Fars (Iran) edebiyatının etkisinde kalmışlardır.

♦ Divan şiiri Anadolu’da 13. yüzyılda Hoca Dehhânî ile başlamıştır. Din dışı şiirler yazan ilk Divan şairi Hoca Dehhâni’dir.

♦ Divan şiiri kuralcı bir şiirdir. Konudan çok konunun işlenişi (üslup) önemlidir. Aynı konu birden çok şair tarafından işlenmiştir. Örneğin birden çok Leyla ile Mecnun mesnevisi yazılmıştır.

♦ Aşk, sevgili, şarap, gibi din dışı konuların yanında din ve tasavvuf konularına da yer verilmiştir.

♦ Genellikle soyut konular işlenmiştir. Şairler toplumsal konulardan çok bireysel konulardan bahsetmişlerdir. (Fuzuli’nin Şikâyetnâme adlı eseri gibi bazı eserler­de bireysel sorunların dile getirildiği olmuştur.)

♦ Nazım birimi beyittir. Beyitler arasında konu birliği olması gerekmez. Şiirde konu bütünlüğü değil, “beyit bütünlüğü” esası vardır. Her beyit kendi içinde bir anlam bütünlüğü taşır. Bir başka deyişle “bütün güzelliği yerine parça güzelliği” benimsenmiş ve anlam beyitte tamamlanmıştır.

♦ Ölçü olarak Arap edebiyatından alınan aruz ölçüsü kullanılmıştır. (Âşık Paşa, Nedim gibi az da olsa hece ölçüsüyle şiir yazan şairler de olmuştur; ama genellikle aruz ölçüsü kullanılmıştır.)

♦ Genellikle tam ve zengin uyak (kafiye) kullanılmıştır.

♦ “Kafiye göz içindir” anlayışı benimsenmiştir.

♦ Söz ve anlam sanatlarına sıkça yer verilmiş, sanatlı söyleyişe önem verilmiştir.

♦ “Sanat İçin sanat” anlayışı benimsenmiş ve birey­sel, soyut konular ele alınmıştır.

♦ Divan şiirinde Türki-i Basit, Sebk-i Hindî ve Mahallîleşme akımlarının etkileri görülür.

♦ Tasavvuf, Divan şairlerinin çoğunda etkili olmuştur. Şiirde tasavvufla ilgili terimlere yer verilmiştir.

♦ Şiirlerin belli başlıkları yoktur. Şiirler yazıldıkları tür veya kafiye-rediflerine göre adlandırılır. (Gazel, Kaside veya Kerem redifli gazel, Su Kasidesi gibi…) Şiirlerin toplandığı eserlere, kitaplara Divan adı veril­miştir. (Fuzûlî Divanı, Bâkî Divanı gibi…) Bu eserle­re nispetle Klasik edebiyata daha yaygın kullanımîa “Divan Edebiyatı” denmiştir. Bir divan, şairin ken­disi tarafından düzenlendiği gibi, şairin ölümünden sonra başkası tarafından da düzenlenebilir.

♦ “Gazal, kaside, mesnevî, kıt’a, müstezat, rubai, tuyuğ, murabba, şarkı, terkib-i  bent, terci-i bent”

gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.

♦ Bu nazım şekillerinin çoğu Arap ve Fars (İran) ede­biyatından alınmıştır.

♦  Türklerin Divan şiirine kattığı iki tane nazım şekli vardır. Bunlar, Şarkı ve Tuyuğ’dur.

♦  “Tevhid, münâcaat, naat, mersiye, methiye, fah­riye, hicviye” gibi nazım türleri kullanılmıştır.

♦  Divan edebiyatında nesre (düz yazı) pek az yer ve­rilmiştir. Nesir ihmal edilmiştir.

♦ Divan edebiyatının bazı ortak kalıpları vardır. Bu kalıpların dışına çıkılmaz. Bunların başında “âşık, mâşuk, aşk” üçgeni gelir. Bunlara bazen “rakîp” de eklenir.

♦  Bu şiirde aşk esastır. Gerek ilâhî, gerekse beşerî aşkı andıran platonik aşk, hemen birçok beytin esa­sını oluşturur. Yani Divan şairi, daima âşıktır. Sevilen (mâşuk) ise her zaman vefasız ve cefâkârdır. Üstelik âşığın rakipleri vardır. Sevilen (mâşuk) tek, seven (âşık) yüzlercedir. Söz konusu olan aşk asla ilacı bulunmayan bir derttir. Gerçi buna dert de denmez. Çünkü Divan şairi, bu durumdan mutlu olur. Bu der­din çaresi yine derdin kendisidir. Dolayısıyla tabibin yapacağı bir şey yoktur.

♦  Divan şiirinde “âşık”(seven) şairdir, diğer bir deyişle şair, daima âşıktır. Bu yüzden her şey sonunda aşk ile ilgili görünür. Salt âşıktan söz edilen beyitlerde dahi şair kendisini kast etmekte ve övünmektedir. Onun aşkı ise, mücerret (soyut) güzelliğe karşı duyulan bir aşktır. Aşk samimidir. Maddiyat ile ilişkisi yoktur. Âşığın gıdası üzüntüdür. Sevgiliden daima lütuf bek­ler. Sevgilisi ile asla bir araya gelmez. Onunla olan beraberliği ise daima hayalîdir. Âşık bu sevgisi için­de rakîp (ağyar) ile uğraşmak zorundadır. Rakipleri onun aşkına daima engel olmak isterler. Sevgiliye ait bir özellik, bir bakış, bir söz, âşık için sarhoşluk nedenidir. Âşık bunları düşündükçe kendinden geçer. Canını sevgilisine verecek kadar cömerttir. Sözünde durur ve sadıktır. Sevgiliden gelen her türlü eziyete katlanır. Buna rağmen sevgili en son olarak onu ha­tırlar. Herkese iyi davrandığı halde âşığı ihmal eder. Bu iki taraflı bir tutkudur. Yüz vermedikçe âşığın aşkı artar. Bundan kurtuluş ise ya tahammül ya da sefer iledir. Âşık ise birinci yolu seçer.

♦ Divan şiirinde sevilen (mâşuk, sevgili), ay parçası­dır, zaman zaman güneştir. Boyu Tûbâ ağacı, yahut servi, saçları sümbül veya misktir. Yanakları gül ya da laleyi andırır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Kaşları yay, kirpikleri oktur. Gamzesi kılıç veya han­çer olup âşığın bağrına saplanır. Dudaklar hokka ya­hut mücevher kutusudur. Dişler ise, bu kutu içindeki incilerdir. Yine dudak bir nokta kadar küçük, bazen hiç yoktur. Bu dudak âb-ı hayât (hayat suyu, ölüm­süzlük suyu) bağışlar. Ondan bir kere içen bir daha ölmez; ama içebilen olmamıştır. Çünkü daima naz­lanır. Vaat eder; ama sözünde durmaz.

♦ Rakip ise Divan şiirinde âşık – mâşuk ikilisi arasın­da âşık ile yarışan ve ona ortak olan kişidir. Rakip âşığın nazarında kötü olan bir kişidir. Âşığa sevgili kadar eziyet eder.

♦ Divan şiirinde şairler, kalıplaşmış sözler kullanmışlar, duygularını birtakım kalıplaşmış sözlerle ifade etmişlerdir. Bu kalıplaşmış sözlere “mazmun” adı verilir.

♦ Yukarıda da değinildiği gibi, örneğin, kirpik için “ok”, ,   boy için “servi”, kaş için “yay, hilal”, ağız için “gonca”,

diş için “inci” gibi ifadelerin kullanılması birer maz­mundur. Okuyucu “ok” geçince sevgilinin kirpiğinin, “inci” geçince sevgilinin dişinin anlatılmak istendiğini bilecektir.

♦ Divan edebiyatının yüzyıllara göre en önemli temsil­cileri şunlardır:

– 13. yüzyıl:   Mevlana, Sultan Veled, Ahmet Fakih, Şeyyat Hamza, Hoca Dehhâni

-14. yüzyıl:    Gülşehrî, Âşık Paşa, Kadı Burhanettin, Ahmedî, Nesîmî, Kul Mes’ud

-15. yüzyıl:   Şeyhî, Süleyman Çelebi, Ali Şir Nevâî, Sinan Paşa, Ahmet Paşa, Mercimek Ah­met, Necâtî

-16. yüzyıl:   Fuzûlî, Bâkî, Sehî Bey, Latîfî, Bağdatlı Rûhî, Taşlıcalı Yahya Bey, Şeydi Ali Reis

-17. yüzyıl:   Nefî, Nâbî, Nâilî, Neşâtî, Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, Nâimâ, Peçevî, Şeyhülis­lam Yahya

-18. yüzyıl:   Nedim, Şeyh Galip, Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet

-19. yüzyıl:    Enderunlu Vâsıf, Yenişehirli Avnî, Keçe-cizâde izzet Molla