Divan Edebiyatı

DİVAN EDEBİYATI

Divan edebiyatı, Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir.

Şairler şiirlerini DİVAN adı verdikleri el yazması şiir kitaplarında topladıkları için bu edebiyata divan edebiyatı denmiştir. Saray edebiyatı tanımını yapanlar da vardır.

İslâm dininin benimsenmesinden sonra Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir.

Öte yandan Anadolu’da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsça’yı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, eserlerini Arapça ve Farsça yazmaya başladılar.

Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça’nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca (İçinde Arapça, Farsça, Türkçe sözcüklerin olduğu ve Arap (Kuran) alfabesiyle yazılan dil. Günümüz Türkçesinden farkı içerisinde yoğun olarak Arapça ve Farsça sözcükler barındırmasıdır.) divan edebiyatında kullanılan ana dildir.

DİVAN EDEBİYATININ TARİHSEL  SÜRECİ

Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Hoca Dehhani ve Mevlana Celalelddin Rumi eserlerini Farsça yazdı.

Hoca Dehhani Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşmiş veözellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler yazmıştır.

14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel konuları içermektedir. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatında şairlerin dikkatini çekmeye başlamıştır.

Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in 1350’de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387’de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi’nin (1351-1422) Vesiletü’n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı,(günümüzde sünnet, düğün, cenaze gibi organizasyonlarda okutulan mevlit) İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır.

Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı.  Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 

17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatına yaklaşmış belki de onu geçmişti. Divan şairleri, şiirlerinde “fahriye” denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef’i bu yüzyılın ünlü şairleridir.

Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden Nedim’in ve Şeyh Galib’in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün eserler ortaya koyamadılar.

19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal’di. Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy veYahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şâirler vardır.

Arûzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır. Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve âhenk âruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz.